Ana içeriğe atla

DİNSİZLER NEDEN ALLAH'A İNANMAZ




Dinsizler Neden Allah'a İnanmaz - Neden Allah'ı Mantıksız Buluyoruz

 Neden Allah'ı Reddediyoruz,Allah Niye Var Olamaz,Biri Neden Allah'ı Reddeder,Ateistler Neden Allah'ı Reddeder,Reddetme Kelimesi Mantıklı Mıdır,Dinsizler Neden Allah'ın Varlığını Kabul Etmez , bugün ki yazımız bunlarla alakalı olacak.

  Ateistler Neden Allah'ı Reddeder , İnanmaz?Bu sorunun cevabı aslında oldukça basit.Ateistlerin Allah'ı reddetmesini , daha doğru bir tabir ile inanmamasını , olamayacağını düşünmesinin nedenini bir agnostik olarak açıklayayım.Eğer siz tanrının varlığını kabul ettirmeye çalışıyorsanız , göstereceğiniz örnekler bellidir , panteizme göre paralel ve sonsuz evrenleri , deizme göre de Big Bang'i örnek verebilirsiniz.Ama söz konusu Allah olunca , diğer var olduğuna inanılan ve inanılmayan tanrılardan soyutlamak amacıyla ayetlerden örnek vermelisiniz.Bakıyoruz ayetlerimize , kadınların hakları ezilmiş , cariye ve köle gibi 2 kavram var , bilime aykırı ayetler var ( tatlı ile tuzlu suyun karışmaması ki bu büyük bir yalan ve çarpıtmadır , güneşin doğduğu yer gibi , nicesini Google'da bulabilirsiniz ) , mürted denen bir kavram var ve 4 halife de uygulamış bunu , bunun haricinde hesaplama hatası olan ayetler var , ve yine 4 halifenin bunlara üretmeye çalıştığı çözümler var.Durum bu kadar karışıkken , işler birbirine girmişken , nasıl inanmasını bekleyebilirsiniz ki?En basit bir tartışmada müslümanların ,  ya da siz diye hitap etmeliyim tefsirlerden örnekler verdiğini , birbirleriyle çelişen mealleri , türlü kıvırmaları yaptığınızı görebiliyoruz , görebiliyorsunuz.Bir ateistin böyle bir durumda tatmin olamamasını sorgulamamalısınız.Zaten ben en küçük bir tartışmada agnostik olduğumu dile getirsem bile kültürlü müslüman arkadaşlarımın bunun ne anlama geldiğini bilmemesi üzerine dinsizim diye üsteliyorum.

  Reddetme Kelimesi Ne Kadar Mantıklı?Cevaplamaya bile gerek yok.Bir ateistin reddettiği şey Allah değildir çünkü Allah'ın yok olduğuna inanır , ateistin reddettiği şey Allah'ın var olduğu görüştür.Mutlak doğru olarak öne sunulduğu görüştür.

  Bu arada başlıkta ki kelimelere pek takılmamanızı öneriyorum.Herhangi bir arama motorunda , sitemizde arama yaparken aradığına ulaşması adına o şekilde kullanıyoruz.Yoksa bende farkındayım ne kadar saçma olduklarını ama müslümanlar böyle aratıyor.





KURAN'I KERİM'DE KADIN HAKLARI
AYETLERLE
TIKLAYINIZ


Bilime aykırı ayetler var ( tatlı ile tuzlu suyun karışmaması ki bu büyük bir yalan ve çarpıtmadır , güneşin doğduğu yer gibi , nicesini Google'da bulabilirsiniz )
BİLİM ZATEN ALLAH'IN YARATTIĞI BİR OLGU,
NEDEN KENDİ KENDİYLE ÇELİŞSİN Kİ
BİR GÖZ ATALIM.
SORU VE CEVAP ALINTIDIR.
KENDİME AİT GÖRÜŞLERİDE İÇERMEKTEDİR BU YÜZDEN YORUMSUZ  YAYINLANMIŞTIR.

Kur'an'da bildirilen "denizlerin birbirine karışmaması" konusunun bilime aykırı olduğunu söyleyenlere nasıl cevap vermeliyiz?
Cevap
Değerli kardeşimiz,
İlgili ayetlerden birinin meali şöyledir:
“Birbirleriyle kavuşmak üzere iki denizi salıverdi. İkisi arasında bir berzah/engel vardır; birbirlerinin sınırını geçmezler.” (Rahman, 55/19-20)
Öncelikle şunu ifade edelim ki, Kur'an’ın her bir kelamı ve ayetinde üç hüküm sürekli olarak bulunur. Bu üç hükümü kabul etmek noktasında zorunluluk ölçüleri değişir ve itikatta hüküm buna göre şekillenir.
Birinci Hüküm: "Kur'an’ın içindeki kelam ve ayetler gerçekten Allah’ın ayeti ve kelamı mıdır?" diye bir önerme vardır. Burada ihtilaf ve ayrılık söz konusu değildir. Yani bütün tefsir alimleri Kur'an içindeki ayet ve kelamların Allah’ın olduğunda müttefiktir. Burası zaruriyattandır, herkes Kur'an’ın Allah kelamı olduğunu kabul etmek zorundadır. Bu hükümde ihtilaf caiz değil küfürdür.
İkinci Hüküm: Kur'an’ı Allah’ın kelamı olduğunu kabul ettikten sonra ikinci bir hüküm devreye girer. Bu da acaba "Allah’ın bu kelam ve ayette kast ettiği mana ve murat doğru ve hak mı dır?" Yani -haşa- "Allah acaba burada yanılmış olamaz mı?" diye bir soru sorulamaz. Sonsuz ilim sahibi ve hata ve kusurdan münezzeh olan bir Allah’ın yanılması ve batıl bir şey kast etmesi düşünülemez. Allah’ın bu kelamında kast ettiği bütün manalar hak ve doğru demek imanın bir gereğidir.
Üçüncü Hüküm: "Acaba Allah bu ayet ve kelamında hangi manayı kast ediyor?" Şayet bu kelamını başka bir kelamında izah ediyor isei onu kabul etmek zaruridir. Mesela, falanca surenin beşinci ayeti falanca surenin ikinci ayetinde izah ediliyor, o zaman biz bu ayeti kendi keyfimize göre yorumlayamayız, izah edilen ayetteki hüküm ve manayı kabul etmek farz olur. Ya da manası izah gerektirmeyecek kadar açıksa, aynen kabul etmek yine bize farz olur.
Ancak ayetin manası açık değilse, bir başka ayet ve hadiste de izahı yapılmamış ise, işte burada alim ve müfessirler kendi anlayış ve ilmine göre yorum yapabilirler. Tabi yapılan yorum ve tefsirler yine Arapça dil kurallarına ve tefsir usulune uygun olmak şartı ile makbul ve geçerlidir. Yani kimse keyfi olarak tefsir yapamaz. İşte bu kurallar ve usul içinde yapılan bütün birbirine zıt tefsirler caiz olarak kabul edilmiştir. Bir tefsirin diğer tefsire zıt olması günah da sayılmaz. Burada ihtilaf ve farklılık caizdir. Tarihte üç yüz bine yakın farklı tefsirin olması ve hepsinin de makbul alimlerce yazılması konuya ışık tutar. Müfessirlerin ihtilafının sınırları ve ölçüleri bunlardır.
Bu nedenle, başta mealini verdiğimiz ayete de birden çok anlam verilmiştir. Bilinen anlamıyla "iki denizin karışmadığı" anlamı ise bunlardan sadece biridir.
Buna göre, tefsir alimlerinin ayete verilen farklı manalar birer yorumdur. Eğer yapılan yorumlar doğruysa, ayetin manaları içine girer. Bir mucize olur. Eğer yorumlar henüz doğrulanmamışsa, iki ihtimal vardır:
- Ya henüz ilim o seviyeye gelmemiştir. İlimlerin gelişmesiyle bunlar tasdik edilecektir.
- Ya da bu kanaatler, bu yorumları yapanlara aittir. Kur’an ile ilgisi yoktur.
Öyleyse, bir alimin ayetle ilgili bir yorumuna bakarak hemen ayete itiraz etmek, hem ilmi araştırmaya hem de hak ve hakkaniyete uymaz.
Soruya gelince:
Birbirine açılan, fakat suları kesinlikle birbiriyle karışmayan denizlerin bu özelliği, okyanus bilimciler tarafından çok yakın bir zaman önce keşfedilmiştir. "Yüzey gerilimi" adı verilen fiziksel bir kuvvet nedeniyle, komşu denizlerin sularının karışmadığı ortaya çıkmıştır. Denizlerin farklı yoğunluklarından kaynaklanan yüzey gerilimi, âdeta bir duvar gibi sularının birbirine karışmasını engeller. (Richard A. Davis, Principles of Oceanography, Addison-Wesley Publishing Company, Don Mills, Ontario, ss. 92-93)
Elbette ki insanların, fizikten, yüzey geriliminden, okyanus biliminden haberdar olmadıkları bir devirde bu gerçeğin Kur'an'da bildirilmiş olması son derece dikkat çekici bir durumdur.
Ancak bu ve benzeri ayetlerde geçen "iki deniz" ifadesinden neyin kasdedildiği konusunda bir değil bir çok fikir ileri sürülmüştür:
Hasan-ı Basri ve Katade Hazeratına göre Akdeniz ile Basra Körfezi arası kasdedilmiştir... Bunu İmam-ı Taberî rivayet eder... Onlara göre engel dağ, taş, kara veya herhangi bir şey olabilir. Katade'ye göre bir denizin taşarak diğerine boşalmamasıdır.
Said bin Cübeyr ve Abdullah bin Abbas'a göre, göklerdeki deniz ile yerdeki denizdir. İmam-ı Taberî'nin tercihe şayan bulduğu görüş budur. Açıklaması aşağıda Elmalılı tarafından yapılacaktır kısaca.
Elmalılı merhum burada bazı tefsirlerden yaptığımız açıklamaları toplu şekilde izah etmektedir:
Evet iki denizi mercetti (salıverdi). Burada merc müteaddidir, salıverdi demektir. Bu da esas itibariye karıştırmak mânâsına gelirse de, bu ayrı bir kullanmadır. Bu iki deniz hakkında misal olmak üzere çeşitli yorumlar yapılmıştır.
Birincisi, Furkan Sûresi'nde geçen,
"O, iki denizi birbirine salmıştır. Bu, tatlı ve susuzluğu giderici; şu tuzlu ve acıdır. Ve ikisinin arasına birbirine kavuşmalarına engel olan bir perde koymuştur."(Furkân, 25/53)
âyetine mutabık olmak üzere biri tatlı diğeri acı iki derya denilmiş. Mesela Şap denizine Nil, Basra Körfezi'ne Dicle dökülmüş olduğu gibi, diplerindeki suların birbirlerine kavuşması ile beraber birden bire diğeri ile karışmaksızın bir hayli mesafeleri uzayıp giden büyük sularla temsil edilmiştir. Buradaki iltikâ (karşılaşma) fiilî olarak birbirine temas mânâsına gelmektedir. İltikâ, temas edecek şekilde yakınlık ve komşuluk olarak da yorumlanabilir. Bu, acı denizin altında veya yakınında yer alan su hazineleri şeklindeki düşünceye de uygun olabilir.
İkincisi, her ikisinin suyu da acı olmak üzere bir zamanlar Faris Denizi adı verilen Hint Okyanusu ile Rûm denizi denilen Akdeniz ile temsil edilmiştir ve aralarındaki engel Arabistan yarımadası veya karşılaşmak üzere bulundukları Süveyş engelidir. Buna göre: "O iki deniz, birleşeceklerdir." mânâsına da yorumlanabilir ki, bu da Süveyş kanalının ileride açılacağını göstermektedir.
"İkisinden de inci ve mercan çıkar." (Rahmân, 55/22)
âyeti de bu ikinci mânâya daha yakın bir anlam ifade etmektedir. Zira tatlı sudan inci ve mercan çıkması, biraz tevile dayalıdır.
Üçüncüsü, gök denizi ve arz denizi denilmiştir ki denizlerle, bulutlar veya daha geniş bir mânâ kasdedilmiş olabilir.
Dördüncüsü, yeri etrafından kuşatan dış denizle yerin kıtaları arasındaki iç deniz ki, bu iki deniz birbirine kavuşurlar. Yer, aralarında bir engel halinde kalır, böylece taşıp da o yeri istilâ edemezler.
Beşincisi, "maşrikayn ve mağribeyn" (iki doğu ve iki batı)(Rahman, 55/17) de geçtiği üzere acı, tatlı, iç dış, semavî ve arzî hatta hakikat ve mecaz her iki neviyle deniz de demek olabilir ki en genel anlamı budur. Bu suretle işarî mânâ olarak cismanî (maddi) âlem ile ruhanî (manevî) âlem anlamı da bulunabilir ki, aralarında mevcut olan berzah da hayal ve gölge alemi olmuş olur.
Ayette geçen berzah, esasen iki şey arasında bulunan engel ve ayırıcı sınır demektir. Coğrafya ıstılahında bilindiği gibi iki deniz arasında bulunan karaya denir. Berzah, burada ya bu anlamı ifade etmektedir ya da kudretten herhangi bir sınır mânâsınadır. Aralarında bir berzah bulunduğundan dolayı o iki deniz birbirine geçmezler. O berzahı, o haddi aşıp da diğerinin yerini işgal edecek, özelliğini ortadan kaldıracak bir zulüm ve tecavüz yapmazlar, yapmaya meydan bulmazlar. (Elmalılı Hamdi, Hak Dini, Rahman 19-20. ayetlerin tefsiri)
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
ALINTIDIR
LİNK
AŞAĞIDADIR
GÜNEŞİN DOĞDUĞU YER
Cevap
Değerli kardeşimiz,
İlgili ayetin meali şöyledir:
“Nihayet (Zülkarneyn) batıya ulaştığında, güneşi âdeta kara bir balçıkta batar vaziyette buldu. Orada yerli bir halk bulunuyordu. Biz: 'Zülkarneyn!' dedik, 'ister onlara azab edersin, ister güzel davranırsın.'”(Kehf, 18/86).
- Kur’an’ın muhatapları insandır ve insanların büyük çoğunluğunu teşkil eden halk kesimidir. Muhatabın akılları ve görgülerinin seviyesine göre hitap etmek belagatin gereğidir. İnsanların güneşin doğup batmasından anladığı şudur: “Güneş doğudan doğuyor, batıda batıyor.”
- Kur’an’ın burada öğretmek istediği hususlardan biri, Zülkarneyn adındaki cihangir hükümdarın önce batıya doğru yolculuk yaptığı ve bunun son noktası,  insan aklının göz penceresinden idrak edip kavradığı kadarıyla güneşin battığı yer olduğudur.
İkinci yolculuğu ise doğuya olmuştur:
“Zülkarneyn bu sefer yine bir yol tuttu. Güneşin doğduğu yere varınca onun,  kendilerini sıcaktan koruyacak bir siper nasib etmediğimiz bir halk üzerine doğduğunu gördü.” (Kehf, 18/89-90)
mealindeki ayetlerde bu hususa işaret edilmiştir.
Bu ayetlerde “güneşin doğduğu-battığı yerler” gerçek bir doğuş batış mekânı değil, Zülkarneyn’in gözüne göre ve insan olarak akıl erdirdiğine göredir.
- Bediüzzaman Hazretlerinin “güneşi âdeta kara bir balçıkta batar vaziyette buldu” mealindeki ayeti açıklaması şöyledir:
“Yani Güneş'in, hararetli ve çamurlu bir çeşme gibi görünen Bahr-i Muhit-i Garbî'nin (Batı Okyanosu) sahilinde veya volkanlı, alevli, dumanlı dağın gözünde gurub ettiğini Zülkarneyn görmüş. Yani: Zahir nazarda Bahr-i Muhit-i Garbî'nin sevahilinde (Batı büyük okyanus / Pasifik okyanusu sahillerinde), yazın şiddet-i hararetiyle etrafındaki bataklık hararetlenmiş, tebahhur ettiği bir zamanda o buhar arkasında büyük bir çeşme havzası suretinde uzaktan Zülkarneyn'e görünen Bahr-i Muhit'in bir kısmında Güneş'in zahirî gurubunu görmüş (Pasifik Okyanusu yazın şiddetli hararetten ötürü buharlaşması öyle çoğalırı ki, çamurlu bir su kaynağı şeklini alır. Zülkarneyn bu manzarayı görmüştür). Veya volkanlı, taş ve toprak ve maden sularını karıştırarak fışkıran bir dağın başında yeni açılmış ateşli gözünde, semavatın gözü olan Güneş'in gizlendiğini görmüş.”
“Evet Kur'an-ı Hakîm'in mu'cizane belâgat-ı ifadesi bu cümle ile çok mesaili ders veriyor. Evvelâ: Zülkarneyn'in mağrib tarafına seyahatı, şiddet-i hararet zamanında ve bataklık tarafına ve Güneş'in gurub âvânına ve volkanlı bir dağın fışkırması vaktine tesadüf ettiğini beyan etmekle, Afrika'nın tamam istilâsı gibi çok ibretli meselelere işaret eder. Malûmdur ki: Görünen hareket-i Şems, zahirîdir ve Küre-i Arz'ın mahfî hareketine delildir; onu haber veriyor. Hakikat-ı gurub murad değildir. Hem çeşme, teşbihtir. Uzaktan büyük bir deniz, küçük bir havuz gibi görünür.” (Lem'alar, s. 107)
Bediüzzaman’a göre, Kur’an’da bir yandan bir insan olarak bakan Zülkarneyn’in bakış açısına göre bir tasvir yapılırken, diğer yandan Kur’an’ın semavi bakışı seslendirilmiştir. Yani, yukarıdan/Kur’an canibinden bakıldığı zaman koca Atlas okyanusu çamurlu bir çeşme gibi görülür. Kendi ifadesiyle:
“Elhasıl: Bahr-i Muhit-i Garbî'ye çamurlu bir çeşme tabiri, Zülkarneyn'e nisbeten uzaklık noktasında o büyük denizi bir çeşme gibi görmüş. Kur'anın nazarı ise her şeye yakın olduğu cihetle, Zülkarneyn'in galat-ı his nevindeki nazarına göre bakamaz, belki Kur'an semavata bakarak geldiğinden Küre-i Arz'ı kâh bir meydan, kâh bir saray, bazan bir beşik, bazan bir sahife gibi gördüğünden; sisli, buharlı koca Bahr-i Muhit-i Atlas-ı Garbî'yi bir çeşme tabir etmesi, azamet-i ulviyetini gösteriyor.” (bk. age., s. 108)
- Özetle: “Güneşin doğuda doğup, batıda batması.” manasına gelen Kur’an’ın ifadeleri, insanların hissine, görgüsüne, düşüncesine karşı bir mümaşattır / akıllarına göre bir tenezzüldür. Bu sebeple, bunlar “nefsül-emir”deki bir hakikatin değil, insanların zihnini okşamaya yönelik bir mecazın ifadeleridir.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
ALINTIDIR
LİNK
AŞAĞIDADIR
https://sorularlaislamiyet.com/kehf-suresinde-gecen-gunes-battigi-ve-dogdugu-yer-neresidir

BİR ATEİSTİN İNANMASI GİBİ BİR ŞEY ASLINDA ÇOK ZOR BİR İHTİMAL.
BEN BU YAZILARI VE CEVAPLARI YAZARKEN ATEİSTLERİ İNANDIRMA GAYESİYLE DEĞİL KARARSIZ ARKADAŞLARI AYETLERLE VE KURAN'LA UYARMAK AMACINDAYIM. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KURAN'I KERİM'DE KADIN HAKLARI

KURAN'I KERİM'DE AYET AYET KADIN HAKLARI (SÖZÜM ONA MÜSLÜMANLARIN YANLIŞ UYGULAMALARI DEĞİL KURAN'I KERİM'İN KADINA BAKIŞI Kuranda kadınlar ile alakalı  ayetlerin hemen hepsi 2:35 - Dedik ki: "Ey Âdem, sen ve eşin cennette oturun, ikiniz de ondan dilediğiniz yerde bol bol yeyin, fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz." ADEM DEĞİL HAVVA DEĞİL SEN VE EŞİN 2:187 - Oruç gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız, size helâl kılındı. Onlar,sizin için bir örtü, siz de onlar için bir örtü durumundasınız. Allah, nefsinize güvenemeyeceğinizi bildiği için müracaatınızı kabul buyurdu ve sizi bağışladı. Şimdi onlara yaklaşın ve Allah'ın sizler için yazdığını isteyin. Ta fecrin beyaz ipliği siyah iplikden size seçilinceye kadar yiyin, için. Sonra da ertesi geceye kadar orucu tam tutun. Bununla beraber siz mescitlerde îtikaf halinde iken onlara yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, sakın onlara yaklaşmayın. Allah, âyetlerini insanlara bö

HZ MUHAMMED'E ATILAN İFTİRALAR(HZ.AYŞE)

Hz. Ayşe / Aişe validemiz, Peygamber Efendimiz ile evlendiğinde kaç yaşındaydı? Değerli kardeşimiz, Peygamberliğin gelişinden on yıl sonra, elli yaşındayken eşi Hz. Hatice’yi kaybeden Peygamberimiz (asm.) kendisine hem ev işleri ve çocuklarının bakımında yardımcı olacak, hem de İslâm’a davet faaliyetlerinde destek olacak eşlere ihtiyacı vardı. Bunun için bir yandan yaşlı ve dul bir kadın olan Sevde’yi, öte yandan da en yakın arkadaşı olan Hz. Ebubekir’ in kızı Hz.Ayşe’yi istetti. Hz. Peygamberin bu isteği, vahyin başlangıcından on yıl sonradır. Hz. Ayşe vahiy başlangıcından beş altı yıl önce doğmuştur. Dolayısıyla Hz. Ayşe’nin Peygamberimizle evlendiği yaşın on yedi-on sekiz olduğu ortaya çıkar. Bu konu, daha detaylı bir şekilde Mevlana Şibli’ nin “Asr-ı Saadet” kitabında geçer. (İst. 1928. 2/ 997 ) Hz. Ayşe’nin evlendiği zaman yaşının büyük olduğunu, ablası Esma’nın biyografisinden kesin olarak anlıyoruz. Eski biyografi kitapları Esma’dan bahsederken diyorlar ki: “